Beşikten başlayıp mezara uzanan,

Tenha ve korkulu bir köprüdür ömrüm.

Cahit Sıtkı Tarancı

Doğum ve ölüm insanoğlunun değişmez gerçeği… Ve pek tabi ki ölüm, aynı doğum gibi milyonlarca tekrara rağmen her kişi için önem ve özelliğe sahip. Hepimizin bildiği gibi geçmişten bugüne, ağızdan ağıza aktarılan özlü bir söz vardır: Eşik, Beşik, Keşik…

***

Hayatın üç önemli geçiş dönemini ifade eden bu atasözünde; mecazlı bir anlatım ile beşik doğumu, eşik evlenmeyi, keşik ise ölümü belirtir. Halk ağızında keşik; sıra, nöbet anlamına gelir. Atalarımız, ölümün herkes için kaçınılmaz oluşunu, sıranın da bir gün geleceği düşüncesi ile bu atasözünde ölüm yerine keşik sözcüğünü kullanmıştır.

***

Aslına bakarsanız TDK’ya göre “keşik”, Anadolu’da köylülerin hayvanlarını otlatmak amacıyla oluşturdukları bir sıralı yardımlaşma sisteminin adıdır. Günümüzde ise Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde imece usulü yapılan işler için de kullanılmaya başlanmıştır. Keşik sistemi yalnızca hayvancılık ya da ortak yapılan işlerdeki yardımlaşmayla ilgili olmamış, 13. yüzyılda Moğol askerî düzenine de girmiştir.

***

Moğollara ait en eski kaynak sayılan Gizli Tarih’te Çingiz Han, muhafız birliğine “turgak keşik” (gündüz muhafız kıtası) adını vermiştir. İlk kez Uygur Türkçesi metinlerinde görülen käzig / keşik kelimesinin tarihî Türk lehçelerinden Karahanlı, Harezm ve Kıpçak Türkçesinde de kullanımı devam etmiştir. Kelimenin bugün Türkiye Türkçesi ağızlarında ve çağdaş Türk lehçelerinde de kullanımı devam etmekte ve “nöbet; sıra; salgın hastalık, ölüm” gibi anlamlarla kullanılmaktadır.

***

Şüphesiz geçiş dönemleri hayatın döngüsünü içinde barındırır. Yaşam; ana rahminde belirip doğumla hayat bulduğu gibi, evlenme ile aile müessesi kurulup toplumun ana çekirdeği oluşturulur ve hiç kimsenin engelleyemeyeceği bir son olan ölüm ile biter. Böylece dünyanın yaratılışından bu yana hayatın doğumla başlayıp ölümle son bulan döngüsü sürer gider.

***

İnsanlarda tedirginlik yaratıp korku ve sarsıntılara neden olan ölüm soğuktur, sevimsizdir, fakat bireyleri yaşama bağlayan, hayatı kıymetli kılan, emniyet ve gönül rahatlığıyla yaşanabilecek bir dünyanın oluşmasını sağlayabilecek ve bireylere sınırlarını hatırlatacak bir yapıya da sahiptir. Bir düşünürün ifade ettiği gibi ölüm; “hiç ayrılmadığımız karanlık gölgemiz”dir.

***

Ölenin anısını yaşatan mezar taşları, yaşamdan ayrılmanın ve bu dünyadaki her şeyi geride bırakmak zorunda kalmanın acısını bizlere çeşitli simge ve semboller aracılığıyla dile getirirler. Bunun yanında eski Türklerin inançlarında ölümün bir son olmadığı, ölümle her şeyin bitmediği aksine ölümün yeni bir dünyaya geçiş anlamı taşıdığı inancı bulunmaktadır.

***

Yani Türklere göre ölüm dünya değiştirmek anlamına gelmektedir, ancak bu dünya bilinmezliklerle doludur. Yunus’un dediği gibi; “Hiç bilmezem keşik kimin aramızda gezer ölüm / Halkı bostan edinmiştir dilediğin üzer (keser) ölüm…