Paranın, insan üzerindeki ‘bozucu etkisi’ yadsınabilir mi?
Felsefe, edebiyat, tarih ve ekonomi alanlarındaki insanlık birikimi, bu sorunun bağlamını tartışmalı kılacak sayısız örnekle dolu olsa da bugünkü toplumsal koşullar, yanıt üretmede yeterli referans sayılabilir.
Günümüzde insan, mutlulukla ilişkisini paraya endekslemiş ve para sahipliğini öncelemiş pratiklerden teşekkül bir yaşam tarzını daha yaygın bir şekilde benimsiyor. Bu biçimiyle bireyin parayla ilişkisi, girişeceği diğer tüm ilişki türleri üzerinde belirleyici bir rol oynuyor.
Parası olana ‘mübah’ sayılan, olmayana ‘günah’ görülüyor. Para, suçlunun aklanmasına da suçsuzun yargılanmasına da yetiyor. Ve ne yazık ki paranın çokluğunu da azlığını da kurallara uyum değil ‘kuralları delme’ belirliyor. Haliyle bir araç olarak da bir amaç olarak da para, insana dair değerleri aşındırma niteliği taşıyor.
Bunun tam tersini düşünmeyi isteyebilirsiniz. Ama daha önce hiç karşılaşmadığınız bir durum söz konusu olduğunda ‘ne yapacağınızı?’ kestiremezsiniz. Genel deyişle sınanmadan bilemezsiniz!
Bu bilinmezlik istese de istemese de erdemli olan açısından parayı bir korku unsuruna dönüştürüyor. Ve paradan uzak durmuş olmak ‘soylu’ bir tarife konu oluyor.
İnandığım şudur: İnsan hayatında ‘satın alınamaz’ nitelikte olması gereken unsurlar bulunmalıdır!
Toplumumuz açısından düşünürsek sanırım bunların başında ‘ahlak’ geliyor. Bu nedenle olsa gerek paranın bozucu tecellisi çoğunlukla ‘ahlaksızlık’ diye tanımlanıyor.
Peki, para ve ahlak tercihini nasıl yapıyoruz?
Bir örnek!
***
Kalite Birliği Derneği (KALBİR) Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Karaman, kent kamuoyunun yakından tanıdığı ve ‘kalite’ kavramını ağzından düşürmeyen bir isim olarak şöyle bir tanımlama yapıyor:
“Kalite eşittir ahlak!”
Bu, bana çok tanıdık. Çünkü anacım, her seferinde ‘kalitenizi bozmayın!’ diye öğüt verir. Annemin bu sözünde kaliteyle tariflediği de ahlaktı. Fakat bugün ne acıdır ki ahlak yönüyle ‘kalite’ de ticaret unsuruna dönüştü.
Karaman’ın ‘ahlak’ olarak nitelediği ‘kalite’ de benzer bir tacirlik konusudur. Çantacıların, parayla sattığı belgeler üzerinden mal ve hizmetlere dair yapay bir kalite köpüğü ile karşı karşıyayız.
Buradan baktığınızda kalitenin satın alınabilirliği ahlakın da satılmasına işaret etmiyor mu?
Belki de sırf bu sebepten Başkan Karaman, hiç gereği yokken şöyle dedi:
“Gelir getirici faaliyet icra etmeyen, bağış kabul etmeyen, tamamıyla temiz bir sivil toplum kuruluşuyuz.”
Mustafa Karaman’a şu soruyu yönelttim:
İyi de neden? Paradan mı korkuyorsunuz? Yoksa kendinize mi güvenmiyorsunuz?
Çünkü ahlakı ilke edinen için mesele para değil, prensiptir. Prensipli duran korkmaz, çünkü sarsılmaz.
Karaman da kendinden emindi ve bu prensibi benimsemiş olmanın verdiği gücü ve özgürlüğü savunurken belgelendirme ve kalite konusunda ‘paranın kirletici’ rolüne dair örnekler verdi.
Bu noktada sisteme uyup kirlenmektense sisteme çomak sokmayı tercih eden bir azınlığın insani manada umut verdiğini söylemeliyim.
Fakat ahlakın ya da ahlaklıların bıraktığı boşluğu fırsatçı, fesatçı, ahlaksızların doldurduğunu da görmeliyiz.
***
Masanın bu tarafından bakıldığında korunaklı ve konforlu bir yerde durdukları düşünülebilir. Fakat Bursa merkezli olarak KALBİR’in dünden bugüne kamuoyunda bıraktığı izler, verilen mücadelenin boyutlarını resmetmeye yetecektir.
KALBİR Onursal Başkanı Prof. Dr. Erkan Işığıçok, KALBİR Başkanı Mustafa Karaman ve KALBİR üyelerinin kaliteye bakışlarının farklı yapılardaki gibi tüccarlık olmadığına inanıyor ve bunu değerli buluyorum.
Lakin şu gerçekliği de göz ardı etmemeliyiz: Bilgi ucuz değildir! Hele bedava hiç değildir!
Ucuz ve bedava olandan bilgi çıkmayacağı gibi kalite de çıkmaz haliyle güç de inşa edilemez!
Türkiye’nin bilgi üretmesi, o bilgiyi kaliteli kılması ve nihayetinde o kaliteli bilgiyi güce dönüştürmesi gerekiyor.
KALBİR, bu konuda yeterli farkındalığa sahip!
Özellikle belgelendirme ticaretinin küreseldeki ekonomik boyutları düşünüldüğünde uluslararası kuruluşların çantacılığını veya sözcülüğü yapmak yerine milli standartları sivil bir oydaşma ile savunmak bunun göstergesidir.
KALBİR’in ‘Milli Ses Ver’ projesi, vatandaşı TSE logosu taşıyan yerli ve milli ürünleri kullanmaya daveti itibarıyla büyük bir meydan okumadır.
Yine KALBİR’in sanayiciye belgelendirmede Türk Standartları Enstitüsü’nü (TSE) tercih etme çağırısı da aynı niteliktedir.
***
KALBİR yönetimi, bu anlayışla TSE Bursa Bölge Koordinatörü Mehmet Hüsrev’e ‘Milli Duruş Beratı’ takdim etti.
KALBİR’in çağrısını destekleyen Hüsrev, Karaman’ın denklemine şu ilaveyi yaptı: Kalite, güzel ahlaktır!
Tüm açıklamalar sonunda görüyoruz ki bu konuyu anlaşılır kılmak adına yeterli düzeyde tanımlamaya sahibiz. Artık eyleme geçme zamanı geldi de geçiyor.
O nedenle toplumun her kesiminin KALBİR’in daveti ve çağrısına kulak vermesi ve en önemlisi de bunu ekonomik bağımsızlığın bir adımı olarak görmesi gerekiyor. Çünkü bağımsızlık, ancak ahlaki sağlamlıkla mümkündür.
Sınamaların hepsinde kalitesini bozmayanlara saygıyla…