Kazakistan'a 727 milyon 450 bin dolarla şimdiye kadar tüm zamanların en yükse ocak-mayıs ihracatını gerçekleştirmiş bulunmaktayız.
Tabiki Türk Dünyası ile ekonomik ilişkilerimizin gelişmesi açısından son derece güzel bir haber. Fakat 102 milyar dolarlık ihracatımızın içinde payı %1 bile değil. Sadece Mayıs i ayında ABD'ye toplam 1,8 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirdik.
Burada dikkatinizi çekmek istediğim asıl mesele hacim değil. İhracatın içeriği. Tabloya baktığımızda ne ABD'ye ne de bu yazıya konu olan Kazakistan'a gerçekleştirdiğimiz ihracatın içeriğinin yüksek teknoloji içermediğini görüyoruz.
Bütün mesele de buradan başlıyor. Türkiye tüm dünyaya yüksek teknoloji içermeyen ürünler ihraç ediyor. Yani Türkiye'yi dev sanayi ve teknoloji firmalarının bulunduğu bir hayali şehrin teknolojisi orta sınıf olan ve bulunduğu sınıftan kurtulamayan bir Kobi gibi düşünmek lazım.
Şehri tüm dünya olarak görürsek şehrin tüm cirosunun sadece %1'ine sahip bir şirket... Meseleye böyle baktığımızda asıl problemin ne faizde, ne dövizde olmadığını bizzat ürünlerimizde olduğunu anlamak kolaylaşıyor.
Bulunduğumuz ligden çıkmak için ciddi bir planlama gerekiyor. Hedefimiz yüksek teknoloji ürünü üretmek. Faiz, döviz politikalarından, eğitim politikalarımıza, dış politikamızsan savunma politikalarımıza kadar her şey de bu plana göre planlanmalı ve şaşmaz bir irade ile uygulamaya koyulmalı.
30 yıl öncesine kadar 1 kâse pirince çalışan Çinliler işte tam olarak bunu başardı. Önce insanlık dışı ortama rağmen ucuz ve düşük teknoloji ürünleri ile piyasayı ele geçirip teknoloji ürünleri üretmek için kopyalamaya başvurdular. Denedikçe öğrendiler.
Ucuz malı sağlamak için dünyadan teknoloji transferi talep ettiler. Transfer gerçekleştikçe teknolojide ilerlediler ve sonunda yüksek teknoloji ürünleri üretmeyi başardılar. Öyle bir duruma geldiler ki sonunda teknoloji alanında 5G ile ABD'yi solladılar. Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi oldular ve şimdi liderliğe oynuyorlar.
Bu döngü 1800'lü yıllarda Almanya-İngiltere arasında da yaşanmıştı. Bugünkü Almanya da tam olarak aynı yoldan geçip Avrupa'nın 1 numaralı ekonomisi oldu.
Şimdi Türkiye'nin önünde müthiş bir fırsat var. Dolar bazlı satın alma gücüne hesaplamalarına göre işgücü açısından bizden çok daha ucuza üretim yapabilecek durumda olan Türk Dünyası'na yapacağımız yatırımlar ve ilgili ülkelerle kuracağımız ortaklıklarla büyük bir dönüşüm sağlanabiliriz.
Onların orta seviyeli ürünlerde hızla gelişmesi için ihtiyaç olan ve yüksek teknoloji içermeyen fakat tüm dünyanın ihtiyacı olan ürünlerin üretilmesi meselesini artık Türk Dünyası'na taşere edip yolumuza yüksek teknoloji ile devam etmemiz lazım.
Çin bugün tam olarak Türk Dünyası için bunu planlıyor. Yıllardır hızla büyüyen ekonomisi artık ciddi bir orta sınıf oluşturmuş durumda ve refah seviyesi her geçen yükseliyor. Artık orta kalite ürünleri taşere etmek için ortaklara ihtiyacı var.
Üstelik ülkesini dünya üretim ve ticaretinin merkezi haline getirecek olan 2012'den buyana yüz milyarlarca dolarlık yatırım yaptıkları Bir Kuşak Bir Yol Projesi için Türk Dünyası coğrafi konularından ötürü aramayla bulamayacakları bir fırsat.
Ukrayna Savaşı sonrası bölgedeki gücünü kaybeden Rusya için Türkiye'nin varlığı ve bölgedeki faaliyetleri Türk Dünyası açısından büyük bir anlam ifade etse de en büyük partnerleri olan Çin'in bahsi geçen planına uymamak gibi bir seçenekleri yok.
Çin'in vaat ettiği ekonomik gelişme de bu ülkeler için çok büyük fırsat. Fakat ilgili ülkelerin tamamı bu ekonomik dönüşüm sonrası Çin'in hegemonyası altında alacaklarını biliyorlar. Burada bir dengeleyici güce ihtiyaç var ki o rol de adeta Türkiye için biçilmiş kaftan.
Bölgede böyle bir ortaklığın gerçekleştirilmesi inanılmaz bir potansiyelin ortaya çıkması manasına geliyor. Hayali bile insanı hop oturup hop kaldıracak kadar muazzam.
Tabiki tüm bunlar için yukarıda saydığım alanlarda ciddi dönüşümler ihtiyaç var.
Doğrudan hükümet tarafından hazırlanacak ve ciddiyetle yönetilecek bir program çerçevesinde milletçe bir dönüşüme girmemiz lazım. Örnek göstermek gerekirse Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya koyduğu efsanevi bir birlik ve sabır örneği olan yeniden toparlanma süreci gibi bir dönüşüme...
Devletin koordinasyonunda özel sektörün, üniversiteler ve vatandaşların sarsılmaz birliği ile gelişen teknolojinin de çarpan etkisi ile Türkiye bu muazzam dönüşümü 10 yıl gibi bir kısa sürede gerçekleştirebilir ve koyacağı hedefe başarı ile ulaşabilir.
En başta yüksek teknoloji ürünü üretmek için üniversitelerin şirketlerimizin ARGE’si gibi çalışması gerekiyor. Öğrencilerin 4 yıl boyunca adeta zaman boşluğuna terk edildiği şu anki berbat yüksek öğretim sisteminin hemen değişmesi, özellikle mühendislik, fen bilimleri ve iktisadi-idari bilimler öğrencilerinin eğitim hayatlarının en az yarısını fabrikalarda, ticarethanelerde, finansal kuruluşlarda ve ilgili kamu kurumlarında aynı ideale kitlenmiş şekilde çalışması gerekiyor.
Bugün ülkemizde 7 milyon yükseköğretim öğrencisi var ve biz bunların en az yarısından kendilerini geliştirmesi gereken alanlarda faydalanamıyoruz. Bu eğitim gören gücün bahsi geçen dönüşümde rol almasının ne anlama geleceğini bir düşünün...
Yola çıkma noktamız tam olarak burası olmalı. Üniversiteler! Bahsi geçen dönüşümde, Türk Yükseköğretiminin varlığı çağı yakalama ve ötesi için yarışmada adeta itici motor olacak.
Toparlayacak olursak, Türkiye için faiz, döviz vs. politikaları en az 30 yıldır günü kurtarmaktan öteye gitmiyor. Aynı sarmalda sıkışıp duruyoruz. Mesele ürün politikalarımızda…
Dünya'yı bir AVM olarak düşünsek en güzel dükkânlardan biri Türkiye olacak durumdayken kazancımız hep hak ettiğimizin altında kalıyor ve borçlanıyoruz. Sonra da işi gücü bırakıp bu borcu nasıl yönetiriz, yeni mal almak için kimden borç alırız, kimi ortak alsak biraz rahatlarız diye debelenip duruyoruz. Hâlbuki doğru ürünü satsak her şey bambaşka olacak. Onun için de muazzam bir dönüşüme ihtiyaç var.
Bu coğrafyayı adeta bir kartal gibi pençesinde tutan milletimiz için tarihin sunduğu büyük fırsatlar belirmeye başladı. Harekete geçip yenilenme vaktidir...