Tüm dünya ekonomileri için en zorlu hafta başlıyor. Bu haftanın takvimi, 2026’da küresel piyasalarda yaşanması muhtemel birçok olayın başlangıç düdüğünü çalacak cinsten kritik.

Piyasalar artık iyi veri kötü veri gibi basit bir denkleme bakmıyor. Asıl mesele, son kırk yıldır dünyanın alıştığı para düzeninin değişmeye başlaması.

Bu değişimin merkezinde de Japonya bulunuyor. Çünkü Japonya uzun yıllar boyunca dünyanın en ucuz parasını sağlayan ülkeydi ve bu ucuz para sayesinde trilyonlarca dolar Japon yeni üzerinden borçlanarak ABD’ye, Avrupa’ya ve gelişen ülkelere aktı. Bu mekanizma carry trade olarak biliniyor ve bugün küresel piyasalarda yaşanan dalgalanmaların temelinde bu yapı yer alıyor.

1980’lerden bu yana dünya piyasalarında değişmez bir gerçeklik var. “ABD yüksek faiz verirken Japonya düşük faiz verir. Para Japonya’dan çıkar ve ABD’ye gider.”

Bu düzen özellikle son on beş yılda çok büyüdü. Japonya sıfır ve hatta negatif faiz uygularken yatırımcılar yenden borçlanarak ABD borsalarında hisse aldı, ABD tahvillerine yöneldi, teknoloji şirketlerine yatırım yaptı. Bugün dünyada dolaşan carry trade parasının trilyonlarca dolara ulaştığı tahmin ediliyor ve bunun çok büyük bir bölümü ABD piyasalarında duruyor.

Japonya’nın 2024’te attığı adımlar bu yüzden son derece önemli hale geldi. Mart ayında negatif faizi bitirmesi, temmuz sonunda faizi artırması ve gerektiğinde devam edebileceği mesajını vermesi piyasalarda zihinsel bir kırılma yarattı. Yatırımcılar ilk kez Japonya’nın sonsuza kadar ucuz para dağıtmayacağını ciddiyetle düşünmeye başladı.

Evet, bu kırılmanın ne anlama geldiği 2024 Ağustos başında net biçimde görüldü. Temmuz ayındaki Japonya faiz artışının hemen ardından yen hızla değer kazandı. Bu durum yenden borçlanan yatırımcıların borcunun bir anda pahalılaşması anlamına geliyordu. Nihayetinde pozisyonlar kapatılmaya başladı. ABD’de özellikle teknoloji hisselerinde sert satışlar yaşandı. Sadece birkaç hafta içinde ABD borsalarında oluşan toplam kayıp üç trilyon dolara yaklaştı. Burada şirketlerin durumu bozulmadı, ekonomi bir anda çökmeye başlamadı. Satışların nedeni finansman maliyetinin değişmesiydi.

Bugün konuşulan senaryo bu sürecin devamı niteliğinde. Japonya bu hafta yeniden faiz artırırsa, mesele artık Japonya’da faizin kaç olduğu olmayacak. Asıl mesele dünyada dolaşan carry trade parasının küçülmeye devam edip etmeyeceği hususu olacak. Mevcut hesaplamalar bunun yönünün aşağı olduğunu gösteriyor. Büyük yatırım bankaları ve fon yöneticileri Japonya’nın faiz artışlarını sürdürmesi halinde ABD piyasalarında gerçekleşmesi muhtemel iki yüz ila üç yüz milyar dolarlık bir çıkış olabileceğinden bahsediyor.

Bu hafta açıklanacak ABD verilerinin önemi de burada ortaya çıkıyor. Tarım dışı istihdam, perakende satışlar ve enflasyon verileri normalde tek başına piyasayı yönlendirebilirdi. Ancak ABD’de yaşanan hükümet kapanması nedeniyle veriler gecikmeli ve eksik geliyor. Bu durum belirsizliği artırıyor ve yatırımcıların veriye güvenini azaltıyor.

ABD istihdam verisi zayıf gelirse ilk etapta FED’in faiz indirebileceği beklentisiyle kısa süreli bir rahatlama görülebilir. Ancak aynı anda Japonya faiz artırıyorsa bu rahatlama kalıcı olmaz. Çünkü ABD’den çıkan para FED’in kararlarından bağımsız olarak Japonya’ya geri dönmeye başlar. ABD enflasyonu yüksek gelirse FED’in manevra alanı daralır. Japonya da faiz artırıyorsa küresel piyasalar aynı anda iki taraftan baskı görür.

Avrupa Merkez Bankası’nın bu hafta faizleri sabit tutması bekleniyor. Ancak Avrupa ekonomisi de büyüme açısından zayıf durumda. ABD’ye giden para azaldığında Avrupa’ya yönelecek yeni sermaye de sınırlı kalır. Bu nedenle Japonya kaynaklı bir carry trade çözülmesi sadece ABD’yi değil Avrupa’yı ve gelişen ülkeleri de etkiler.

Burada altı çizilmesi gereken önemli bir nokta var. Japonya klasik anlamda bir sıkılaşma yapmak istemiyor. Faiz artırırken aynı anda parasal genişlemeyi farklı kanallardan sürdürmeyi planlıyor. Bunun nedeni Japonya’nın enflasyondan korkmaması. Japonya’nın asıl korkusu ekonominin yeniden donması. Bu yüzden bir miktar enflasyonu hızlandırmak, ücretleri yukarı itmek ve şirketleri yatırıma zorlamak istiyor.

Ancak küresel yatırımcı için bu ayrıntı ikincil planda kalıyor. Yatırımcı için temel soru yenin eskisi kadar ucuz olup olmadığıdır. Eğer yen artık ucuz değilse carry trade azalır. Carry trade azaldığında ABD’deki şişkin varlık fiyatları baskı altına girer. Bu durum ABD borsalarının çökeceği anlamına gelmez. Ancak bol paraya dayalı rahat dönem kapanmış olur.

Bu hafta yaşananlar bir veri haftası olarak değil, alışkanlıkların sorgulandığı bir dönem olarak okunmalı. Japonya’nın bir önceki faiz artışı sonrasında ABD borsalarında üç trilyon dolara varan kaybın yaşanmış olması bu riskin teorik olmadığını zaten gösterdi. Şimdi konuşulan senaryo bunun daha kontrollü ama daha kalıcı bir versiyonudur.

Sonuç olarak Japonya faiz artırdıkça dünyada dolaşan ucuz para azalacak. Bu süreç yavaş ilerleyebilir ama yönü nettir. ABD’den yüz milyarlarca dolarlık çıkış ihtimali bu nedenle ciddiye alınıyor. Bu hafta açıklanacak her veri, Japonya’nın attığı adımlarla birlikte okunmak zorunda. Çünkü artık oyunun merkezinde yalnızca FED yok. Japonya uzun bir aradan sonra yeniden masanın en belirleyici oyuncularından biri haline geliyor. Yani 2026’da piyasaların rotasını Japonya belirleyecek.