Hemen yazının girişinde, Bursa Valisi Erol Ayyıldız ve Bursa Cumhuriyet Başsavcısı Ramazan Solmaz’ı gönülden tebrik etmek ve kendilerine tüm içtenliğimle teşekkürlerimi arz etmek istiyorum.

Peki, neden?

Cumhuriyet Başsavcılığı bir süre önce dağ ilçelerinden Keles'te 5 okula 64 bilgisayar ile bilişim sınıfları kurmuştu. Bugün de Orhaneli’ndeki Termik Santral İlkokulu ve Ortaokulu’na 15 bilgisayarlı bir sınıf daha kurulduğu kamuoyuna yansıdı.

Devlet adamlığı ve kamu kurumlarının ‘sosyal sorumluluğu’ bağlamında takdirden fazlasını hak eden bir proje olduğunu inkâr etmek haksızlık olur. Fakat bu sosyal sorumluluk adımının ortaya koyduğu acı gerçekliği de yadsımamak gerekir.

Görüyoruz ki 21’inci yüzyılın Bursa’sında çocuklarımız, bilgisayar ile evde tanışmadığı gibi okulda da denk gelemiyor. Aslında Sayın Valimiz ve Sayın Başsavcımız, bu projeyle ‘gelir adaletsizliği’ kaynaklı ‘eğitimde fırsat eşitliği’ olgusuna da bir turnusol tutmuş oluyor.

Elbette bu konuya salt eleştirel bağlamda yaklaşıp yapıcılıktan uzak ifadeler kurmak mümkün!

Ancak gerçekçi ve akılcı bir çerçevede kalmayı daha sağlıklı bulduğumdan ‘eksikleri’ büyütüp ayrıştırıcı ve politik istismarın bir aracı haline getirmektense o eksikleri giderici çözümler üretmeyi sosyal anlamda daha iyileştirici ve değerli buluyorum.

Bu noktada altını çizerek ifade etmek gerekir ki Sayın Valimiz, Bursa’da görevine başladığı günden bugüne geçen kısa zaman diliminde hemen her seferinde şartları ‘iyileştirici’ veya bir başka deyişle ‘ıslah edici’ adımlara imza attı.

Kamu yönetiminin, toplumsal eşitlenmeye ve sorunların rehabilitasyonuna yönelik gösterdiği çaba ve fedakarlığın toplumun tüm kesimlerine örnek teşkil etmesi gerekiyor.

Gelir adaletsizliğini değilse bile en azından neden olduğu sonuçları ortadan kaldırmak mümkün!

Başta iş dünyası olmak üzere yerel idarelerin de günümüzün Bursa’sında bilhassa çocuklarımızın eğitim şartlarına yönelik düzenleyici ve geliştirici projeler üretmesi şarttır.

Özellikle de içinden geçtiğimiz günlerde sürekli kaos, kriz ve kapışma üretme dilinden biraz olsun sıyırılıp toplumsal eşitlenme ve ilerlemeye dönük farkındalığı filizlendirmeliyiz.

Hele ki eğitim, en öncelikli meselemiz olmalı ve bu alanda toplumsal kategorizasyonu ortadan kaldırmalıyız. Çünkü Platon’un da dediği gibi dehanın hangi mahalleden çıkacağını bilemeyiz!

Bu yönüyle Sayın Valimizin şu ifadesi de motto niteliği taşımaktadır: Eğitimin hedefi olursa mükemmeliyetçiliğe yolculuk kolay olur.

Peki, eğitimde hedefimiz ne olmalı?

Aynı çizgide hizalanamadığınız bir yarışı kazanmak için dolambaçlı yollarda mücadele etmek mi? Yoksa ne başlangıç ne de bitiş çizgisini önemsemeden en doğru yolda ilerlemek mi?

Şüphesiz, başarı türedi ve tesadüfi değildir! Emek ve gayret, kaderin ötesinde bir cazibe ve sihre sahiptir.

İşte bu noktada kamu yönetimi, yerel idareler, iş dünyası, eğitim camiası ve sivil toplumun dışında asıl görev ebeveynlere düşmekte ve onlar çocukları için zamanın gerçekliğine uygun ve bireysel değil toplumsal refaha hizmet eder planlar ve hedefler kurmalıdır!

Yani sürdürülebilir bir sosyal kalkınma için toplumsal bilinç düzeyini daha önemli konulara odaklamalı ve bunda da eğitimi öncelerken bir amaç olarak değil araç olarak görüp beşeri sermayeyi hem nitelikli hem de verimli hale getirmeliyiz.

Keşif sahibi yöneticilere saygıyla…