Laissez-faire!

Fransızca olan bu deyimi, bir ekonomi terimi olarak biliyorduk.

Meğerse yalnızca piyasayla sınırlı değil imiş!

18’inci yüzyılda çıktığı noktadan çok ötelere taşınmış…

Devletin ekonomi politikalarında müdahalecilikten geri durması diye kabaca tariflenebilecek uygulamalar, güzel ülkemizde neredeyse her alanda görülüyor.

Eğitimde, sağlıkta, hukukta, sanatta, akademide, sivil toplumda, iş dünyasında, siyasette, yerel yönetimlerde sistemin bıraktığı boşluklar, çarpık zihinlerle doluyor ve sürekli kriz ve kaos neticesi üretiyor!

Parayı veren düdüğü çalıyor!

Yolu bulan itibar görüyor…

Aklanmanın her türlü yolu ve fırsatı bulunabiliyor.

Kimini akraba kimini yasa kimini siyaset kimini ticaret kimini din/diyanet kimini sanat sepet kimini de çek senet!

Herkesin çok çabuk ve çok kolay yoldan her şey olabildiği zamanlar!

Elbette Yüce Türk Yargısı ve Kahraman Türk Emniyeti, suçla ve suçluyla mücadele ediyor.

İşte sahte diploma vakası yaşanmış.

Yargı da emniyet de gereken neyse yapmış, yapıyor.

Ama şöyle bir düşündüğümüzde acaba sistem de suça teşvik sayılacak boşlukları bırakmıyor mu?

Suç olup bittikten sonra kurumlarımızın görevini yerine getireceğinden kişisel anlamda şüphe duymuyorum.

Fakat suçu önleme, suça teşvik etmeme, suça meyli engelleme gibi politika ve aksiyonlarımıza ne oldu?

‘Ceza toplumu’ olgusunu desteklemesem de içinde bulunduğumuz zamanlarda ‘sahte diploma’ gibi vakalardaki suçlulara bir de ‘toplumsal güveni sarsmak’ bağlamında ceza verilmelidir!

Toplumun adalet duygusuna, aidiyet bağlarına zarar veren, ‘emek’, ‘çaba’ ve ‘zahmet’ gibi erdemleri anlamsızlığa düşüren fırsatçı, fesatçı, arsız ve hırsız tayfalara öyle cezalar verilmeli ki ibreti alem ola!

Kayırmacılığın toplumsal bir talep haline geldiği, torpilin meşrulaştığı, ticari kalpazanlıkların maharet görüldüğü, akrabalığın liyakat sayıldığı evrede değerler tümelde silikleşip tikelde düzeyde müstesna istisnalar haline gelmişken ‘ceza’ dışında bir yol kalmamıştır.

O ceza ki tıpkı adalet gibi yeni olmalıdır, yenilenmiş olmalıdır…

O ceza ki yalnızca suçlu bireyin veya grubun değil toplumun da bedelini ödediği bir çerçevede olmalıdır!

Totaliterlik nefreti bizi, özgürleşme adı altında herkesin bildiği okuduğu keyfi bir gevşekliğe sürüklememelidir!

Sistematik liyakatsizlikle adaletsizliğin ve eşitsizliğin doğrudan veya dolaylı her bir mağduruna hakkı teslim edilmelidir!

Örneğin fetöcü alçaklar, yıllarca soruları çalmış! Eyvallah ceza da almış! İyi de onların soruları çaldıkları yıllarda sınavlara girenler, girip kazanamayanlar onların hakkını kim verecek!

Cezanın da adaletin de yeniden tanımlandığı, doğrudan ve dolaylı çerçeveden uygulamaya dönüştüğü bir zemin tesis etmek zorundayız.

Şüphesiz önce topluma ortak akılla ve ortak kabulle bir sözleşme sunmalıyız.

Yoksa bu yaşadıklarımız ve peş peşe yaşayacağımız daha vahimleri, bir çürüme bir çöküş falan değil sosyal bir atom neticesiyle sonlanacak.

Kurumları ve tüm kadroları elden geçirmek, arınma ve sadeleşme yapmak, kuralların silinen hatlarını yeniden çizmek, topyekûn sistem ve toplum uyumunu tesis etmek zorundayız!

Siyasi tarafgirlikle yalan makinesinin ürettiği doğru yanlış bilgileri boşboğazlıkla konuşup durmaktan öteye geçip hepimiz için mutlak iyi ve doğruyu, birlikte inşa etme gayretini göstererek düşünmeli ve bulmalıyız.

Hayatının tüm pratiklerini toplumsal sorumluluk bilinciyle gerçekleştirenlere saygıyla…