Bugün günlerden Cuma. Günün önemine binaen kendimce çok önemli gördüğüm bir konuyu ele alacağım. Tam da “Ölen insanlık mı yoksa çöken ahlak mı?” dedirten bir olay.
Önceki gün ajanslar servis yaptı haberi. Serik ilçesinde mezarlığa musallat olan hırsızlar bir mezarın çiçeklerini sürekli çalıyormuş. Mezar ve hırsız! İkisi yan yana düşünülemez.
Olayı kısaca anlatayım. 2023 yılında baba Hüseyin Oğuz, 16 yaşındaki lise öğrencisi kızı Melike’yi okula götürürken otobüs çarpmış ve Melike bir hafta sonra yaşamını yitirmişti.

Melike’yi gözyaşları ile toprağa veren baba, kızının mezarını çiçeklerle donatarak teselli bulmaya çalışıyor. Ancak gelin görün ki bazı AHLAKSIZLAR bunu bile çok görmüş!
Hayatının baharında yaşama veda eden Melike’ye mezarında HUZUR yok. Çünkü HIRSIZLAR mezardaki çiçekleri her seferinde çalıp kaçıyor. Şu olaya bakar mısınız?
Gözü yaşlı, hayata küskün baba Hüseyin Oğuz, baktı olmuyor kızının mezarını görecek şekilde güvenlik kamerası taktırmış. Ama “HIRSIZA KİLİT DAYANMAZ” derler ya. Öyle olmuş.

Dertli baba, “Kızımın mezarına diktiğim çiçekleri 4-5 seferdir çalıyorlar. Ben ekiyorum onlar çalıyor. Çalındıkçada ciğerim parçalanıyor. Gelsinler ne kadar çiçek istiyorlarsa vereyim. Yeter ki mezarın üzerindeki çiçekleri çalmasınlar” diyor. AHLAKSIZLARA adeta yalvarıyor!
Ne kadar acı değil mi? Bu yaşanmış ve ders alınması gereken olayı okuyunca, “BİZ HANGİ ARA BU HALE GELDİK” diye kendi kendimi sorgulamaya başladım.
Evet son yıllarda Türkiye'de artan toplumsal yozlaşma ve çürümüşlük, hayatımızın birçok alanında daha fazla görülür ve hissedilir hale geldi. Tıpkı MEZARLIKTAN ÇİÇEK HIRSIZLIĞI gibi.

Nereye elimizi atsak elimizde kalıyor, dokunduğumuz ne varsa tel tel dökülüyor. Bu memleket nasıl bu hale geldi. Her yerde, her şeyde bir yozlaşma ve çürümüşlük, almış başını gidiyor.
Önceleri sadece sinema filmlerinde karşılaşabileceğimiz görüntüleri, gerçekten yaşanmış şekliyle güvenlik ve cep telefonu kameralarından izliyoruz artık. Cinayet, yaralama, hırsızlık ve daha neler neler…

Yahu bu nasıl bir ruh halidir, bu nasıl bir evrilmedir böyle? Nereye gidiyoruz biz böyle? Neye bürünüyoruz. Allah aşkına söyler misiniz neye dönüşüyoruz? Neydik ne olduk?
İnsan özü, aslında iyilikle kötülüğü bir arada barındırırmış. İnsan olmak ise, anlamını büyük oranda iyiye yönelmekle bulurmuş. Bünyesinde barındırdığı ikilem, insanı ömrü yettiğince kendi içinde mücadele etmeye itiyormuş. Bunları ben değil bilim söylüyor.
Evet, kötülük dürtüsünün de iyilik gibi içimizde yaşamasına izin veriyoruz, belki de engel olamıyoruz. Ancak insan yine de inanamıyor yaşanan olaylara.
Sözde vicdanlı, ahlaklı, kibar ve sosyal insanlar nasıl oluyor da günün birinde korkunç birer canavara dönüşebiliyor? Hakikaten “Ne zaman bu hale geldik” diye ne çok sorar olduk değil mi? Ne çok şikâyet eder olduk!

İnsanoğlu dünyaya geldiği andan itibaren içinde hep eskiye olan bir özlem taşır. İnsanın cennetten çıkarılmasından dolayı bu durum, ona olan özleminin farklı şekillerde yansımasıdır belki de.
Sosyolojik şartlar gereği insanlık sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde. Bununla birlikte aslına bakılırsa değişen zamandan ziyade sürekli dönüşen insandır kanımca.
Ahlak bizim yüzümüzün akı değil miydi? Edep, haya, töre ve terbiye göz ışığımız değil miydi? Peki bu hasletlerimizi ne hale getirdik bileniniz var mı?
Sosyal patlama noktasına gelen bu halin sebeplerine bakalım mı: Ne yazık ki milletleri millet yapan ve geleceğe bağlayan kültür kavramının bütün manevi unsurlarını tek tek kaybediyoruz.

Oysa bu unsurlar farkında olsak da olmasak da insanımızın temel psikolojik, sosyolojik ihtiyaçlarını en güzel şekilde karşılamaktaydı. Güzelim örf ve âdetimizde büyüğe saygı vardır, onun tecrübelerini dikkate alıp yaşadıklarından ders çıkarma vardır, küçüğü koruma, kollama vardır. Düşküne, yalnıza, hastaya yardım vardır.
Bu özelliğimizi büyük ölçüde kaybettik. Kültür kavramının manevi unsurlarından olan ahlak kayboldu. Meydan AHLAKSIZ ve HIRSIZLARA kaldı. Mezarlıktan çiçek çalar hale geldik.
Bir kez daha dönüp soruyorum, “Biz nasıl bu kadar sıradanlaştık, söyler misiniz? Var mı bir fikri olan? Nereye gidiyoruz, nerelere savruluyoruz böyle?”
Neyse bu konu çok derin ve yaz yaz bitmez. Ama uzun sözün kısası; “Acaba biz yanlışı nerede yaptık?” sorusu! Hayırlı cumalar!