“Ölümden ne korkarsın korkma ebedî varsın. Çünkim işe yararsın bu söz fâsid da’vîdür.” diyen Yunus, açıkça ölümden korkulmaması gerektiğini ifade eder. Türk dilinin ölümsüz şairlerinden Yunus Emre, yaşamı çok iyi anlayan, bu anlayış ışığında ölüm gerçeğini, var oluşunun iliklerinde hissederek en etkili şekilde ifade eden bir söz ustasıdır.
***
Soğuk ve benimsenmesi zor olan ölüm, Türk dilinin büyük ustası Yunus Emre’nin diliyle belki de en güzel ifade biçimlerine kavuşmuş ve kendisini ölümsüzlüğe götüren temaların başında gelmiştir. Öyle ki ölüm, hem insanın fâni oluşunu gözler önüne seren en önemli belge, hem de Allah’a kavuşmayı sağlayan nurlarla kaplı bir merdivendir. Yunus Emre, fâni âlemin tek gerçeği olan ölümü, daha çok olumlu taraflarıyla ele alır, ölüm ve ölümle ilgili kavramlar için çeşitli ifadeler kullanır.
***
Bu ifadeler gösterişten uzak, bir o kadar da etkileyici ve felsefi anlamda düşündürücüdür. O, ‘Azrail pençesi’ olarak ifade ettiği ölümü, ‘ecel ökçesi’ olarak görür, ‘yakasız gömlek’ giydirilerek ‘ağaçtan at’a bindirilen insanın fâni dünya yolculuğu, bir toprak yığınının başına dikilen ‘hece taşı’ ile son bulur. Her adımda ölümü anlatırken dili maharetli bir şekilde kullanarak âdeta ölüm algısını güzelleştirir.
Ölüme dair kullandığı ifadeler/tabirler, onun Türkçeye olan üstün hâkimiyetinin de en güzel ispatıdır. İki cihanda saadete erişmenin yolunun fâni olan her şeyden vazgeçip Allah aşkına ulaşmakla olacağını anlatır. Maddi ölüme pek değer vermeyen şair, bunu düşünmenin fâsid işi olduğunu söyler. Onun görüşünde hayat ebedîdir.
***
İstediği şey, korku ve ölümün ötesinde bir şeydir: Ölümsüzlük. Dünyanın varlığı sürdükçe insanlarla beraber olmak. Allah aşkıyla dolup taşan Yunus, insanı da Yaradan’dan ötürü sever. “Bu dünyanın gelip geçici bir mekân, asıl hedefe ulaşmak için aşılması gereken bir menzil, bir konaklama yeri olduğunu; asıl ve ebedî hayatın ahiret âleminde yaşanılacağını, bundan ötürü de gönül denilen o ilahî cevherin dostluk, sevgi ve muhabbet erdemleriyle parlatılmasını ister.
***
Türk kültüründe de ölüm bir yolculuk, bir gidiş, göçtür. Ölümün bir son olmayıp gidilecek yerde de hayatın devam ettiği inancı hâkimdir. Ölümle her şeyin bitmediğine, ölümle yok olunmayıp fâni dünyadan ebedî dünyaya geçildiğine inanılmıştır. Bu nedenle de Yunus Emre’nin şiirlerinde ölüm anlatılırken doğrudan ölmek sözcüğünün yerine gitmek, varmak, göçmek, geçmek, ahirete sefer etmek gibi ifadeler kullanılmıştır.
***
Yunus Emre’nin mezarının nerede olduğu konusuna gelindiğinde; Türkiye’de Yunus Emre’ye ait olduğuna inanılan 13 mezar yeri mevcuttur. Bunlardan biri Manisa’nın Kula İlçesinde Emre Köyündedir. Hacı Bektaş-ı Veli'nin halefi ve kendisinin hocası olan Taptuk Emre’nin türbe kapısının hemen girişinde yattığına inanılmaktadır.
***
Köy halkı Yunus Emre’nin köyde şu an var olmayan Tapduk Emre dergâhına köy yakınlarındaki Yılancık isimli bir dağdan odun kesip geldiğine, bu yüzden mezarında balta simgesinin bulunduğuna inanılmaktadır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyimiyle “O, hüviyeti kolayca nüfus kâğıdına sığmayanlardandır” İnsan aklını zorlayan bir yolculuğun son noktasıdır.