Dün sanal medyada gezinti yaparken gördüğüm bir video beni benden aldı. Gazze’de bir yemek dağıtım noktası. Bir kap yemek alabilmek için çoluk çocuk birbirini eziyor.
Sadece bu kadar mı? Yemek kalmayınca dağıtan görevli de isyan ediyor, elindeki tabağı kazana fırlatıp atıyor. O isyan ederken benim de isyan edesim geldi.
İnanın o görüntü karşısında çıldırasım geldi, dayanamadım o korkunç manzaraya! Bu kadar hunharca, zalimce, vahşice işlenen zulüme başkaldırasım geldi. Gözümden yaş geldi.
Sizi bilmem amma, Gazze'de yaşanan insanlık dramı ve en temel ihtiyaç maddelerin yoksunluğu benim yüreğinde derin bir yara açıyor.
Ne çok insan öldü, ne çok insanlığımız öldü. Hani bir söz vardır ya, “Ölü evi senin olmayınca helvası tatlı gelir” diye. Yaşananlara ne çok duyarsızlaştık, her şeye böyle bakar olduk!
Gazze’deki katliamlara ve peşinden halka çektirilen açlığa, kıtlıkla ilgili bir an olsun empati kurmaya çalıştım. Empati kurmak bile çok korkunç geldi bana. Utandım insanlığımdan.
Bu zulmü daha çok sivil eylem ve diplomasi ile dünyayı durduracak ve bir çözüm bulacak. Ama yeteri kadar çaba göstermek istemiyor sözde ÇAĞDAŞ AVRUPALILAR! Ama onlar miskin, ilkesiz ve pervasız olunca bu acı görüntüleri yaşatıyor insanlığa!
Bu görüntüleri izlerken Ahmet Arif’in dediği, “Nerede bir can ölse, oralı olur yüreğim. Olmalı zaten, Olmazsa insan olmaz yüreğim” cümleleri aklıma geldi.
Eğer bütün meselelerde bu anlayışta olursak, dünyadaki zulümler minimuma düşer diye düşünüyorum.
İşin en acı yanlarından biri de ölüme bile üzülürken hesap kitap yapmamız. “Acaba bizden mi ötekilerden mi?” diye sorgularken ölenin asıl İNSANLIĞIMIZ olduğunu unuttuk.
Öyle veya böyle. Açlıktan ölen her bir İNSAN kim olursa olsun, ister GAZZELİ ister SENEGALLİ, ölen sadece insanlar değil; İNSANLIĞIMIZ.
Zar zor bu kadar yazabildim. Çünkü düne kadar GAZZE’DE AÇLIKTAN 217 KİŞİ ÖLDÜ! Ne diyeyim: Allah, Filistin ve Gazze halkının yar ve yardımcısı olsun.
Bu mevzuyu Halil Cibran’ın şu sözleri ile kapatalım; “Ağıtları sen yakarsın ama kendi kulakların duymaz ağıdını / Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanlarını / Ve sen bir koyun sürüsü gibi bakarsın çalınanlarına / Her kuytulukta bir çocuğun vurulur, aldırmazsın / Senin bedenine dokunmadıkça hiçbir acıyı duymazsın / Ama sen kendi acına da yabancısın / Ölülerine bile dönüp bakmazsın.”
-----------
ÇOCUK HER
YERDE ÇOCUKTUR
Bugün köşemi çocuklara ayırdım. Gazze’de açlıktan ölen çocuklarla başladım ve konuyu başka bir çocuğa getireceğim. Bizden biri, Antalyalı ve Antalyaspor’un minik hayranı…
Geçen hafta cumartesi günü Antalyaspor’un Kasımpaşa’yı ağırladığı maçta tribünde yaşanan arbedede kafasından yaralanmış. Taraftarlar da bunu sanal medyada paylaşmış.
Antalyaspor A.Ş. Başkanı Rıza Perçin de bir baba sevgisi ile konuya yaklaşmış ve geleceğin tribün lideri ‘Minik Akrep’ Ateş Büyük’ü Atila Vehbi Konuk Tesislerinde ağırlamış.
Perçin, Ateş’e geçmiş olsun dileklerini ileterek ilk maçı beraber izleme sözü verip adının yazılı olduğu Antalyaspor formasını hediye etmiş. Ne kadar güzel. Başkanı tebrik ediyorum.
Ama benim dikkatimi çeken ziyaret ve formadan çok Ateş’in Başkan Perçin ile fotoğraf çektirirkenki hali. Bana, “Çocuk her yerde çocuktur, savaşta da barışta da” sözünü hatırlattı.
Keşke herkes çocuklara böyle davransa da herkes çocukluğunu yaşasa, yaşayabilse! Ama ne mümkün. Vallahi GAZZELİ çocukların ve insanların hali beni çok etkiledi.
Bana göre; zengin de olsa, fakir de olsa, evsiz sokak çocuğu da olsa, dilenci de olsa bütün çocukların dünyası aynı. Aynı şeye ilgi gösterir, aynı şeyi sever. Dünyaları masumdur.
Ama o masumiyeti kirleten ÖLEN İSANLIK ve ÇOCUK KATİLLERİ.