Hemen hemen yirmi yılı aşkın bir zamandır da emekliye ayrılmıştı.
Birkaç ay önce bir çay bahçesinde otururken günümüz öğrencileri ile onun zamanındaki öğrenci öğretmen ilişkilerini, saygınlığını, mesleki ciddiyetini ve milli kültür değerlerini konuştuk.
Dört artı dört artı dört siteminin yanlışlığı ve derhal bundan vazgeçilmesi gerektiğini falan anlattı.
Şurdan, burdan, anılardan bahsederken hocamız birkaç anısını anlattı:
“Bir sınıfta iki kız kardeş aynı sınıfta okuyorlardı. Ablasından bir yaş küçük olan kızımız biraz daha başarısız bir öğrenciydi.
Okumaya pek yüzü yoktu.
Bir gün ben ders anlatırken parmak kaldırdı bu kızımız. Sustum. O’na söz hakkı verdim. Ben sandım ki anlattığım konu ile ilgili bir şeyler soracak. Çünkü ders anlatırken eğer bir öğrenci soru soruyorsa o öğrenci derse ilgili demektir ve vereceğimiz cevap onun aklında kalacaktır.
“Hocam, çorabınız hiçte takım elbisenize uymamış, yakışmamış” dedi. Hiç böyle bir şey söyleyeceğini tahmin etmemiştim. Sınıfta bir gülümseme oluştu. Herkes fıkır fıkır gülmeye başladı. Ben başparmağımı dudaklarıma götürüp tebessüm ederek “Suusss” dedim ve dersime kaldığım yerde devam ettim.
Bu kız öğrencim az önce söylediğim gibi pek başarılı bir öğrenci değildi. Birkaç ay sonra veli toplantısı oldu.
Veli toplantıları genellikle hafta sonları sabah saat on ile on iki arasında yapılır ve her sınıf öğretmeni sorumlu olduğu sınıfın velileri ile öğrencilerinin durumları görüşülür, hal ve gidişatları anlatılır.
Saat on iki olduğunda ben hemen not defterlerimi toplayıp çıkmaz, on beş, yirmi dakika daha velileri beklerdim sınıfta.
Gene bir o kadar zaman o saatten sonra bekledim ama başka veliler gelmedi. Sınıfı terk edip merdivenlerden inerken, yaşı orta yaş üzerinde olan bir bayan nefes nefese “Ali hoca kim, ben Ali hocayı arıyorum, gördünüz mü?” diye okul hademelerine sorarak ve soluk soluğa merdivenleri çıkmaya çalışıyordu.
Ben bir kat üstte olarak o bayana “Benim hanımefendi, acele etmeyin, siz yuları yorulmayın ben aşağıya geliyorum“ dedim.
O durdu, ben indim ve koridor başında “Ben falan falan öğrencilerinizin annesiyim, ders durumları nasıl acaba?“ diye sordu.
Öğretmenler odasına davet etim, Orada oturup biraz nefes alması için ama kabul etmedi ve “Çocukların durumlarını öğrenip gideyim, bir yerlere daha uğrayacağım” dedi.
“Peki” dedim ve o iki kız kardeşlerin annesi olduğunu anladığım öğrencilerin durumlarını anlatarak, “Ablanın başarılı ve okumak isteyen bir öğrenci olduğunu ama küçük olanın pek okumaya yüzü olmadığını, başarısız bir öğrenci olduğunu, liseden sonra onun yüksekokula gideceğini pek sanmıyorum” dedim.
Anne yüzüme, biraz merhamet, biraz şefkat biraz mahcup biraz yorgun bir şekilde bakarak ne dedi biliyor musunuz?
Ne dedi ?
“Hocam onun kafası pek çalışmaz, onun için siz onu sınıf geçirin hiç olmazsa bir öğretmen olsun”